Bir Şeyi Değerli Kılmak için Somutlaştırmak:

Helin Odabaşı
2 min readJul 6, 2021

Insan algıların ve aklın ötesinde yaratılmış bir varlıktır. Dünya üzerindeki bütün canlılardan farklı olarak aklını ve özgür iradesini kullanmaktadır. Ancak aklın kavradığı her şeyle yetinmek imkansızdır bunun yanı sıra akıl ile her şeyi kavramak da imkansızdır. Tam da bu noktada insan aklın kavradığını,kavramadığını;duyguları;algıları içinde bulunduğu durumu şekillendiren tüm hissiyatlarını somutlaştırmak ister.

Duygular her bir birey tarafından dışavurumu farklı yaşansa da bir noktada evrenselliği vardır. Örneğin sevgi , sevgi bir insana da duyulur bir hayvana da;bir bitkiye de duyulur hatta cansız bir varlığa da. Sevginin içsel varlığı insanı tatmin etmez bu yüzden bunu bir varlığa yüklemek ve anlam kazandırmak ister. Örneğin bir film karakterini sevdiğimizde onun bir film karakteri olarak kalması bize doyumsuzluk hissettirir. Onun gerçek olmasını arzularız. Belki posterini alır bize gerçekliği biraz daha somut hissettirmesini sağlarız.

Aşk ; bildiğimiz tanımıyla “bir kimseye ya da bir şeye karşı duyulan aşırı bağlılık duygusudur.’’ Ancak aşk bu değildir. Aşk bir duygudur ,yoğun yaşanan beraberinde pek çok hissi aynı anda yaşatan karma bir duygudur. İnsanı içsel bir çıkmaza da sokabilir ; çıkmazdan da kurtarabilir. Hepsinin ötesinde aşk soyuttur. Ancak aşkı insan yaşar ve yine bir insana aktarır. Bu duygu dışa somut yansır. Çünkü insan duyularla algılayamadığı pek çok şeyin yabancısıdır.

Her zaman değer verdiklerimizi mi somutlaştırırız?

Nefret, en az aşk kadar yoğun yaşanan duygulardan biri olan nefreti diğer duygulardan ayıran en önemli noktası insanın bütün benliğine çok hızlı bir şekilde nüfuz etmesidir. Bütün hücrelerimizde öfkeyi hisseder içimizden çıkarmak isteriz. Daha sonra bunu bir kavrama dönüştürür ve bir varlığa aktarırız. Belki bir eşyaya belki bir canlıya zarar veririz. Bunu sözlerimizle de yapabiliriz davranışlarımızla da. Içselliği soyut; dışavurumu somuttur.

Peki ya somutlaştırma ihtiyacımız olmasaydı?

Burada iki yönlü düşünebiliriz;

1) Soyut kalmış düşüncelerin aktarımı zorlaşırdı. Insanlar arasındaki etkileşimi büyük ölçüde zedelerdi. Insan için “değerli”sayılabilecek şeyler anlam yitirirdi.

2) Öte yandan insan bu tutumu bıraksa, dokunmadan ve zarar vermeden sevmeyi; sadece hisleriyle yetinmeyi öğrenirdi.

Helin Odabaşı

--

--

Helin Odabaşı

Yetgen 21st Century competencies training program '21